
Son gununde yakaladigim Luxembourg Muzesi'ndeki "Miro'dan Warhol'a" sergisi az ve oz koleksiyonuyla 20. yy resim sanatinin gelisimini kabaca gozler onune seriyordu (bu ifadeyi daha once hic yaziya dokmemistim sanirim). Aralarinda Dali, Mondrian, Warhol gibi sanatcilarin basyapitlarinin da bulundugu eserler tarih anlatiminin one ciktigi kronolojik bir duzen icerisinde sergileniyordu. Dolayisiyla sergi ziyaretcileri 'sesli rehber' (Turkcesi var mi bu kelimenin?!) almasalar bile eserlerle birebir iletisime gecmekten cok siralamanin bilgilendirici yonunu tecrube ediyorlardi. Bu anlamda serginin -sesli rehberin girisindeki serginin temelini olusturan kisisel koleksiyonla ilgili bilgiler de goz onunde bulundurulursa- amacladigi bilgilendirici, tarih anlatici uslubuna ragmen icerigini olusturan 20. yy resim sanatinin gelisimindeki dusunsel boyutu ziyaretciye aktarmakta pek basarili olamadigini soyleyebilirim. Her ne kadar farkli akimlardan keskin uslup orneklerini icinde bulundursa da kuratoryel calisma daha cok klasik zihniyetli koleksiyonculuk gelenegini oven klasik ve yaraticiliktan yoksun bir zihniyetin urunu gibi gorundu bana. mekanin ritmi ziyaretciyi sinirlayarak kendi duzeninin icine almakta ve oznel iletisimi -ziyaretci ve eser arasindaki- kisitlamakta basariliydi diyebilirim. Tabi bu konuda dar mekanda, birbirine alan birakmayan ziyaretci sayisinin da cok buyuk katkisi var-her ne kadar kalabalik sergi salonlari dogal olarak cok buyuk bir memnuniyetle karsilansa da..
En nihayetinde muzeden gayet memnun bir sekilde yeni kesiflerle ayrildim...
No comments:
Post a Comment